evlilik doğaya aykırı mı

İNSAN DOĞASI VE EVLİLİK HAKKINDA

 

Evlilik belki de insanlık tarihi boyunca insanların kurduğu en az değişen, en eski ve en kalıcı sosyal kurumdur. Kalıcı ve çok az değişme eğiliminde olan bir kurum olmakla birlikte yine de uzun asırlar boyunca evliliğin de bazı evrimsel dönüşümler yaşadığı yadsınamaz. Yaşamakta olduğumuz çağda artık insanlar evliliğin modası geçmiş bir kurum olup olmadığını tartışmaya başladılar.

Bu tartışmanın odağında ve bu tartışmaya neden olan temel dinamik ise evlilik kurumunun ve bağının insanı kısıtlayan, özgürlüğünü sınırlayan karakteri.

Geçmişte evlilik özellikle çocuk sahibi olmak için ve işbölümü yapabilmek için yapılan bir sözleşmeydi. Eşlerin belirli ve iyi tanımlanmış rolleri vardı. Şimdi bunlar değişti ve eşler hem duygusal, düşünsel cinsel, ekonomik kısacası hayatın her alanında olabilecek en üst düzeyde yakınlık ve paylaşım oluşturmak isterken aynı zamanda kendi özgürlük alanlarını da korumak istiyorlar. Bir yandan evlilik ilişkisinin getirdiği güvenceye ihtiyaç hissederken bir yandan da kısıtlamalardan ve sorumluluklardan kaçıyorlar. Bu durum da çatışmaların ve çelişkilerin yaşanmasına neden olunca insanlar durup ‘peki neden illa da evlenmek zorundayız ki’ diye sorgulamaya başlıyorlar. Birçok insanın aynı sorunları yaşadığına şahit olan kadınlar ve erkekler belki de evlilik insan doğasına çok da uygun bir ilişki değil diye düşünmeye başlayabiliyor.

Aslında evlilik ilişkisinin sorun üreten, insanı kısıtlayan, erkek ve kadının doğal eğilimlerine sınırlamalar getiren ve bu bağlamda da insan doğasıyla çatışma içine giren yönleri olmakla birlikte insan doğasının bazı ihtiyaçlarına da cevaplar üreten bir yapısı var. Yoksa bin yıllar boyunca insanların kurduğu tüm kurumlar içinde yapısı en az değişen bir kurum olarak varlığını sürdüremezdi.

Son yıllardaki biyoteknolojik gelişmelerle gündeme gelen klonlama ve kadının erkek spermine ihtiyaç kalmadan döllenme ve çocuk sahibi olabilme imkânlarının gündeme gelmesiyle yeniden aile bütünlüğü, babanın sosyal ve psikolojik rolü, babasız doğacak çocuğun psikolojisi, baba rolünü de üstlenmek durumunda kalan annenin psikolojisi vs. üzerine spekülasyonlar yapmamız gerekmişti.

Her şeyden önce evlilik dışı ilişkilerde doğacak çocukların durumunu düşünmek gerekiyor. Aile çocuğun sosyal yaşama ilişkin temel bilgileri aldığı ve bu doğrultuda şekillendiği en küçük ve en temel sosyal birimdir. Bu birim içinde annenin ve babanın rolleri büyük önem taşır.

Aile dinamikleri içinde çocuk daha sonra arkadaşlarıyla, öğretmeniyle, patronuyla kuracağı sağlıklı ilişkilerin prototiplerini kurar ve öğrenir. Anneden daha çok karşılıksız sevmeyi, özveriyi, sevecenliği öğrenirken babadan daha çok ilkeselliği, kurallara uymayı, ödül ve cezayı, otoriteyi öğrenir.

 

Anne ya da babadan birinin olmadığı ailelerden gelen çocukların kişilerarası ilişkilerde, hayatı öğrenmede ve sosyal ilişkilere uyum göstermede birtakım güçlükler yaşadıkları bilinir. Çocuk özdeşleşerek ve öykünerek büyür. Olumlu örnekleri taklit etmeye çalışır ve bunlardan bir kısmı yerleşerek kişiliğinin ve karakterinin bir parçası olur. Çocuğun minik dünyasında en çok taklit edilmeye değer bulunan davranışlar ise kuşkusuz anne babaya aittir

Çocuk birbirini bütünleyen iki rolden birinin olmadığı durumlarda onun eksikliğini sağlıklı olmayan mekanizmalarla uygun olmayan özdeşimler kurarak aşmaya çalışır. Anne ya da babasının olmamasının suçlusunu ararken öfkesi var olan ebeveyne hatta kendisine yönelebilir ve bazı psikopatolojilere yol açabilir. Baba sevgisinin, koruyuculuğunun oluşturduğu güvenin eksikliği çocuğun ileriki hayatında da bir güvensizlik ve kaygı kaynağı olarak karşımıza çıkabilir.

Çocuğun psikolojisi açısından durum böyleyken, bir de söz konusu annenin psikolojisinden daha doğru deyimle psikopatolojisinden söz etmek gerekir. Kadın ve erkek ruhsal ve bedensel olarak birbirine gereksinen yapıdadırlar. Duygusal olarak da birbirlerini bütünlerler. Çocuğunun gözlerinin içine baktığında onda sevdiği insanı andıran parçalar bulan anne veya baba çocuğunu aynı zamanda sevdiği insanla arasında kopmaz bir bağ olduğu için de ayrıca sevecek ve mutlu olacaktır. Anne ya da babadan birinin çocuğundan uzakta kalması kendi psikolojisi üzerinde de olumsuz etkiler bırakacaktır.

Diğer yandan hiç hafife alınmaması gereken bir konu da şudur: çocuk yetiştirmek, eğitmek, sağlıklı gelişimini sağlamak çok güç bir görevdir. Bu görevi tek başına üstlenmek durumunda kalan anne (veya baba) yıpranır, yorulur ve bir süre sonra yetersizlik hissedebilir. “Hem annelik hem babalık ettim…” diyen insanların sızlanmalarını duymuşuzdur. Zira çocuğun hem anneden hem babadan alması gereken belli özellikler vardır.

Bir bebeği çok konforlu bir ortamda büyütebilirsiniz ama ona annesinin gözlerindeki ışıltıyı veremezseniz(ya da babanın güven verici korumasını) duygusal dünyası eksik kalacaktır.

Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak bir “bütünleme, tamamlama” işlevine sahip bu kurumun, doğal bir gereklilik olarak, kusurlarıyla birlikte varlığını sürdüreceğini düşünüyorum.

 

Evlilik ilişkisinin ya da kurumunun henüz bir alternatifi var gibi görünmüyor. Bu durumda evlilik kurumunu toptan reddetme gibi bir seçenek söz konusu olamaz ancak evlilik ilişkisindeki olumsuz unsurların azaltılması, rehabilite edilmesi ve olumlu özelliklerinin beslenmesi ve desteklenmesi mümkündür ve gereklidir.

Bu bağlamda çiftlere ve çift adaylarına birkaç küçük öneride bulunarak sözü noktalayalım:

 

  • Birbirinizle düzenli olarak konuşmayı alışkanlık haline getirin. Bunun için mümkünse bir periyot ve zaman belirleyin.
  • Aşağıdakilere benzer soruları birbirinize ve kendinize sormaktan çekinmeyin:

-benim yaptığım bazı şeyler seni rahatsız ediyor mu?

-kendimiz ve birbirimiz için daha fazla neler yapabiliriz?

-birlikte en son ne zaman gülüp eğlendik?

-farklılıklarımızı birbirimizi rahatsız etmeden nasıl yaşayabiliriz?

  • Bir konuda tartışmak zorunda kalırsanız sadece o anki sorunu ele alın, geçmiş dosyaları açmayın.
  • Tartışma sırasında “sen hep, sen her zaman, sen hiç…” gibi cümleler kullanmayın. Bu sorunu genelleştirir ve çözümü güçleştirir.
  • Eleştirirken davranışı veya tutumu eleştirin, kişiye ve kişiliğe yönelik eleştirilerden kaçının.
  • Kendi çabanızla çözemediğiniz sorunlar için gerektiğinde bir uzmana başvurarak profesyonel yardım almaktan çekinmeyin.