ANNE OLMANIN DOĞRU ZAMANI
Anne olmak biyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyal pek çok boyutu olan karmaşık bir süreçtir. Kişinin yaşamında önemli değişiklikler oluşturur. Biyolojik ve hormonal değişikliklere bağlı olarak duygularda da değişiklikler, dalgalanmalar olur.
Bunun yanında gerek gebelik döneminde, gerekse doğumdan sonraki dönemde anne daha önce hiç yaşamadığı duygu türleri ve yoğunlukları yaşar. Yeni konumunun getireceği kısıtlamalar ve yükler, güçlükler ve sorumluluklar, tedirginlikler, korkular diğer yandan annelik sevinci, geleceğe yönelik mutlu beklentiler içinde aynı konuda zıt duyguları yaşadığı bir “duygu karmaşası” oluşur.
Bu dönemlerde anne-babanın psikolojisi gergin ve kırılgandır. Her iki ebeveyn de bir yandan gelecek bebeği düşünüp sevinç duyuyorken diğer yandan eşinin ilgisinin kendi zerinden doğacak bebeğe kayacağı kaygısı duyarlar. Kısa ve orta vadeli, bebeğin bakımını, beslenmesini içeren görev ve sorumlulukların altından kalkıp kalkamayacakları konusunda duydukları pratik tedirginlik yanında, uzun vadeli olarak yeni bir insanın hayata hazırlanması ve onunla ilgili tüm konularda ortaya çıkan sorumluluk artışı ve bunun oluşturduğu manevi (soyut) “yük” de önemlidir. Diğer yandan bu dönemde bireysel ve sosyal etkinliklere katılımın kısıtlanması, örneğin sinemaya, tiyatroya gidememeleri, buluşmalara, toplantılara katılamayacak olmaları da onları (daha çok da anneyi) tedirgin eder.
Gebelik döneminde ve loğusalık döneminde cinsel aktivitenin kısıtlanması bu duygu karmaşasının bir diğer bileşenini oluşturur.
Doğum olayından sonra her 100 doğumdan yaklaşık 15’inde ortaya çıkan “doğum sonrası depresyonu” ve tüm doğumların yarısından fazlasında görülen “annelik hüznünde” (maternity blues) tüm bu faktörlerin etkisi söz konusudur.
Gebeliğin, doğumun ve doğum sonrasının yükü daha çok anneye yüklenir. Gebeliğin sıkıntıları ve başlı başına bir stres olan doğum olayı doğal olarak anne tarafından karşılanır.
Anne doğumdan önce çalışıyorsa iş performansını kısıtlamak, doğumdan sonra da bir süre ara vermek zorunda kalır. Bazı anneler bu dönemde işlerini kaybederler. Çünkü bebeği fiziksel olarak karnında taşıyan, sonra da onu emzirmek ve beslemek durumunda olan annedir. Bu nedenle anne ya da anne adayı tüm bu süreç boyunca daha tedirgin, daha alıngan, daha duyarlı olabilir. Babayla ortak karşılamaları gereken bir yükün adil olmayan bir şekilde bölüşüldüğünü ve kendisine daha çok yüklenildiği duygusunu yaşayabilir. Bu nedenle anneye karşı çevrenin göstereceği anlayış ve duyarlılık bu dönemde artı bir önem taşır.
Tüm bu nedenlerle gebe kalınacak zamanın belirlenmesinde hem annenin biyolojik yaşı hem de bireysel parametreleri hesaba katılmalıdır.
Bedensel-fizyolojik kriterler göz önünde bulundurularak, jinekolojik açıdan gebelik için ideal yaş aralığından söz edilebilmektedir. Ancak ruhsal-psikolojik açıdan değerlendirildiğinde biyolojik yaşı ile birlikte kişisel özellikleri, sosyal koşulları ve psişik motivasyonu da büyük önem taşır.
Örneğin biyolojik yaşı ideal olduğu halde mesleğinde önemli bir terfiinin arifesinde bulunan bir hanımın gebeliği, mesleki performansını düşüreceği için zamansal olarak uygun olmayabilir.
Benzeri durumlarda istenmeyen ve planlanmamış gebeliklerde annenin bebeğine yönelik duygusal hazırlığı ve yatırımı zedelenebilir.
Bir başka örnek, sorunlu evliliklerdir. Birlikteliklerinin geleceği hakkında yeterince güven duymayan çiftlerin, çocuk sahibi olmak için acele etmemeleri, gerekirse böyle bir kararı ertelemeleri gerekir. Ancak ne yazık ki ülkemizde, özellikle geleneksel-kırsal kesimlerde doğacak çocuğun eşler arasındaki sorunları ve uyumsuzluğu ortadan kaldıracağı şeklinde yanlış bir inanç bulunur ve böyle çiftler çoğu zaman çevreleri tarafından bebek sahibi olmak konusunda teşvik edilirler. Böyle bir durumda ise anne, gebeliğin oluşturduğu fizyolojik, hormonal, psikolojik değişikliklerle daha hassas hale gelmişken böyle bir sosyal yükün de binmesiyle depresyona girebilir. Diğer yandan baba eşinin bu dönemdeki kısıtlanmış yakınlaşması ve hassaslaşması nedeniyle eşinden daha da uzaklaşarak başka arayışlara girebilir. Sonuçta ilişki daha da zedelenmiş ancak ayrılmak daha da güçleşmiştir. Oysa sorunlarını çözdükten sonra isteyerek ve planlayarak gerçekleştirilen gebeliklerde bebeğin varlığı anne ve babanın ilişkilerini güçlendiren bir etken olacaktır. Bölüşülen kaygı ve belirsizlik değil, sevinç ve mutluluk olacaktır. Aynı şekilde bebeğinden ve işinden birini diğerine feda etmeden, uygun bir zamanlama yaparak anne olacak bir insanın hayatından edineceği doyum, hem işine hem annelik rolüne hem de eşine ve çevresine olumlu bir şekilde yansıyacaktır.
Son söz olarak; gebeliğin zamanlaması konusunda eşlerin mümkün olduğu ölçüde birbirlerine baskı yapmadan, uzlaşarak karar vermeleri gerekir.
Psikiyatr Dr. Gıyasettin Ekici
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı